Pages

Wednesday, 19 October 2011

Hava puslu bugün KW'de!


Yazık ülkemin güzel insanlarına, gencecik fidanlarına! Çözmek için çabalıyoruz, açtık, açıyoruz, aştık, aşıyoruz derken, kördüğüm haline geldi sorun, şimdi kim bunun sorumlusu? Hangi sağduyuyu talep edebiliyor hala ülkeyi yönetenler? Ne için, kim için gözyaşı döküyor bu ülkenin bakanları? Neye bakıyorlar, bakıp da neden göremiyorlar? Gerçekten bu kadar mı zordu bunu çözmek? Bu kadar mı uzaktık çözüme? Şimdi neredeyiz peki? Siyaset yapmayacağım, bu şimdi gözyaşı döken, aziz milletinden her zamankinden daha fazla "sağduyu" bekleyen, yıllardır tek başına iktidarda olup, çözüm yerine sorunlar yumağı üreten, bunu yaparken de sürekli muhalefeti aziz milletine şikayet eden, hatta siyaset üstü olması gereken makamları siyasetle doldurup, makamının gerekliliklerini unutarak, "intikamı çok büyük olacak" diye beylik laflarla günü geçiştirenlerin işi. Ben anneyim, ben insanım, ben şimdi o ölen gençlerin de annesiyim! Yüreğim yandı, ama bendeki yangın, o ocaklardaki kadar yakabilir mi? Hangimizin acısı, yavrusunu yitiren anneninki kadar büyük olabilir? O annelerin hayatı artık eskisi gibi olabilir mi? Babaların gözleri eskisi gibi parlayabilir mi bir daha? Kardeşlerin özlemi neyle ölçülür peki? Ya Yunus'un dediği gibi, "yavukluların" hasreti? Peki ya babasız büyüyecek çocukların yüreğindeki boşluk nasıl dolar? Nasıl sarılır onların görünmeyen yaraları? Çankaya Köşkün'de verilen bir davette mi? Boyunlarına asılan madalyalarla mı?
Kürt açılımı dendiğinde, bazı "solcu", "aydın" arkadaşlarım çok mutlu olmuşlardı, "yetmez ama evet" demişlerdi! Benim çekincelerimi korkarım anlayamamışlardı. Yeterince "solcu" ve "aydın" bulmamışlardı duruşumu. Oysa o günden belliydi her şey, içi doldurulmayan, arkasında durulamayan her vaat, ne kadar süslü laflarla dile getirilirse getirilsin, kocaman bir balon gibi büyür, büyür, büyür, ama sonunda patlamaya mahkumdur. Daha o zaman görebildim ben bugün yaşananları, nasıl görebiliyorsam yakın gelecekte olacak olanları! "Açıyorum", "Ben açtım, oldu" diyerek yönetilemez bir ülke, bugün bir örneğini daha gördük işte. Hele bu kadar şaşalı bir "açılış" yapıp, sonra da "kapattım" diyemezsiniz! Soruna, "sorun" diyebilmelisiniz önce! Ülke yönetmek, "misketlerimi geri ver" diyerek olmaz!
Duruşum nettir benim: Büyük laflarla "kurtarılmasını" beklemem memleketin, kurtarılması gerekenlerin "büyük lafların" sahipleri olduğunu, ya da önce büyük lafların sahiplerinden "kurtulmanın" gerektiğini bilirim çünkü! Elimi taşın altına koyarım yeri geldiğinde, ama hangi taşın altına koyduğumu da bilmek isterim. Elimdeki en önemli güç, oyumdur benim, onu da özenle, aklı selimle kullanırım, kullanırım ki sonunda şikayet etme hakkım olsun!
Not: Bu yazı sağduyusuz bir yazıdır!

No comments:

Post a Comment