Pages

Wednesday, 28 September 2011

Public Transportation


Yerel halkla bütünleşmek adına toplu taşıma araçlarını kullanıyoruz artık :) Kitchener ve Waterloo iki ayrı şehir, fakat öylesine içiçe geçmişler ki nerede Kitchener bitiyor, nerede Waterloo başlıyor belli değil. O yüzden buraya "Twin-City" diyorlar. Waterloo Üniversitesi bölgenin en önemli kuruluşlarından biri, o nedenle hemen tüm bağlantılar üniversite içerisindeki duraktan yapılıyor. Otobüs duraklarında bir sonraki otobüsün kaç dakika sonra geleceği bilgileri geçiyor elektronik yazı ile. İlk bindiğinizde verdiğiniz biletin yerine, transfer bileti istiyorsunuz, o bileti de hangi yöne isterseniz 90 dakika süre ile kullanabiliyorsunuz. 
Otobüslerin içerisinde "inecek" düğmesi yok, onun yerine "inecek" ipi var! Sarı bir kablo, boydan boya pencerelerin kenarlarından geçen (yukarıdaki fotoğrafa dikkatle bakarsanız, göreceksiniz). O ipe ya da kabloya asılmak gerekiyor, otobüsün durmasını istediğinizde.
Bir diğer tuhaf durum ise, ineceğinizde kapıların açılması ile ilgili: Ya kapının ortasındaki el işaretine el sallayacaksınız, bir sensör bunu algılayacak ve kapı açılacak (ya da tüm çabalarınıza rağmen, sensör sizi yoksayacak, görmeyecek, kapı açılmayacak, stres olacaksınız, ama sizden başka kimse stres olmayacak, herkes sakin, biri gelecek, elini sallayacak ve kapı nihayetinde açılacak). Ya da kapılardaki tutma yerlerini iteceksiniz ve kapı açılacak (bu daha kesin sonuç veriyor, daha az strese yol açıyor, tecrübeyle sabit).
Otobüs şoförüne, ki bunların çoğu kadın, yol sorduğunuzda öfleyip, pöflemeyecek ve hatta açık adres isteyecek, her otobüsün içerisinde mevcut olan ahizeyi kaldıracak, anında merkeze bağlanacak, verdiğiniz adrese en yakın durağı öğrenecek ve sizi o durakta indirecek! Yaşadım, gördüm, oradan biliyorum yani! Bu arada arkanızda otobüse binmeyi bekleyenler, itişmeyecek, sinirlenmeyecek. Böyle burası işte, herkesin sinirleri alınmış gibi.
Otobüsün içinde, şoför mahallinin hemen bitiminde yerde bir sarı çizgi var, ve bir de bir levha var ön camın üzerinde asılı olan, diyor ki özetle: "Bu sarı çizginin önünde yolcu olduğu taktirde, bu araç hareket etmeyecektir" Ve bu sabah öyle oldu gerçekten de, otobüs bekledi, son yolcu da ayağını sarı çizginin içine çekti ve otobüs öyle hareket etti. Dolayısıyla, otobüs dolduğunda, "ilerleyelim beyler" "kardeşim biraz daha sıkışsanız da biz de binsek" gibi monologlar yaşanmıyor, gerilim olmuyor. Biz mesela bu akşam eve gitmek için bineceğimiz otobüse bu yüzden binemedik, bir sonraki otobüse kaldık. Oysa bana göre o otobüs daha dışarıda kalanların en az iki katını alabilirdi! 
Otobüslerin çoğu engelliler için özel donanımlı. Olmayanlar da tarifelerde açıkça belirtiliyor. Ayrıca bacağınızı mı kırdınız, hareket kabiliyetiniz mi kısıtlı, özel bir sistem kurmuşlar, sizi kapınızdan alıp, kapınıza bırakıyor, ve tüm bunlar aynı toplu taşıma hizmeti anlayışı ile yapılıyor. 
Otobüsler belli ki milyon dolarlara alınmamış, o denli lüks değil, ama son derece fonksiyonel. Ortadaki koltuklar kapanıp, tekerlekli sandalye, ya da bebek arabası için yer açılabiliyor ve o koltuklarda oturanlar ikaz edilmeye gerek kalmadan yer veriyorlar. Bugün bindiğim otobüs, ki küçük sayılabilecek bir otobüstü, biri ikiz bebekler için olmak üzere, iki bebek arabasını aynı anda sığdırabildi bu alana. Tekerlekli sandalyedekiler, bebek arabası kullananlar, yaşlılar için otobüs alçalabiliyor kaldırımın kenarında, bu da tabii binmelerini kolaylaştırıyor. Herşey düşünülmüş yani, ve herşey işliyor. 
Yalnız otobüsleri hor kullanıyor buradaki gençler, kahveyle, yiyecekle binmek serbest, ama sonra çöplerini yanlarına almıyorlar, otobüste bırakıyorlar. Yine de otobüsler çöplüğe dönmüyor, bunu ben de anlamadım, nasıl oluyor.
Bir özellik daha var burada: Bisikleti olanlar, otobüs durduğunda bisikletlerini otobüsün önüne asabiliyorlar. En üstteki resimde göreceksiniz. Bunu şehirlerarası otobüslerde de böyle yapıyorlar.
Bu arada şehirlerarası otobüs duraklarında, durağın içerisinde ısıtıcı var, düğmeye basınca 10 dakika süreyle ısıtıyor durağı. Yani soğukla da yaşamayı biliyorlar. 
Anlaşıldığı üzere bugün günümü toplu taşıma araçlarında geçirdim ve çok memnun kaldım. En uzun yazımı da böylece yazmış oldum şimdilik.
Yakında size olumsuzlukları da aktarabilmeyi umuyorum, çünkü bu kadar herşey tıkır tıkır işlerken insan biraz sıkılıyor haliyle!



Tuesday, 27 September 2011

Canadian Sun

Kanada'da bu kadar güneşe maruz kalacağımı, üstelik yılın bu mevsiminde, tahmin edemezdim elbette. Eylü'ün sonlarındayız, ama haftasonu bizi mutlu eden güneş, şu anda yüzümde alerjiye neden oldu, yüzüm yanıyor, buz koyuyorum, o kadar yani :)
oğlum Berkcan'ın Waterloo Soccer Club seçmeleri vardı geçtiğimiz haftasonu. Getirilmesi gerekenler arasında güneş kremi de vardı, ama ben ciddiye almamış, hatta bilmiş bilmiş sırıtmıştım okuyunca. Ama adamlar bir şey biliyorlar da söylüyorlarmış. Güzel havanın tadını çıkarırken, başımıza geleceklerden bihaberdik elbette. İşte şimdi çıkıyor acısı.
Bu arada seçmelerin sonucunu merak edenler olabilir, henüz belli olmadı. Haftaya iki gün daha oynayacaklar, sonra belli olacak.
Seçmelerle ilgili gözlemlerimi bir başka blog yazımda paylaşacağım. Şimdilik yine havluya sardığım buzluğu yüzüme tutmalıyım :)

Tuesday, 20 September 2011

KW Havaları


Bugün olağanüstü güzel bir gün, dünkü bulutlu, puslu, yağışlı havanın ardından inanması zor geliyor. En azından havanın değişkenliği bakımından İstanbul'u aratmayan bir yer burası.
Fakat ilginç bir gökyüzü var burada, sanki bulutlar daha yakın. Gün doğarken de sanki farklı, yoksa bana mı öyle geliyor? Jetlag olduğumuz günlerde gün doğmadan kalktığımız için, pencereden yansıyan görüntüyü seyrederken öyle düşündüm: Daha yoğun bir kızıllık, daha parlak bir güneş vardı sanki.
Bulutların yoğun olduğu zamanlarda da sanki daha yakın, daha yoğunmuş duygusu oluyor. Henüz nedenini çözemedim, çözdüğümde, paylaşacağım :)
Şu anda dışarıya bakınca o kar yağışı ile ünlü ülkenin burası olduğuna inanmak çok zor. Hala sıcak mesela. 20 derece civarında, güzel bir sonbahar, sakin bir hava.
Herkesin merakla beklediği kar yağışını ben de sabırsızlıkla bekliyorum. Bu sene arabamız da olmayacak, bakalım o zaman ne yapacağız. Evimiz otobüs duraklarına çok yakın. Evimizin yanında bir de yürüyüş parkuru var, kar yağdığında, oğlumla sıkı sıkı giyinip, orada yürümenin güzel olacağını düşünüyorum... en azından şimdilik!

Kitchener-Waterloo havaları böyle işte, yazmaya devam edeceğim tüm bunları.

Monday, 19 September 2011

Schoolbus - İstanbul'da 19 Eylül paniği haberlerine istinaden

Bir Pazartesi sabahı KW'de... Oğlumu okula bırakmak için yola çıktık, malum bir Pazartesi sendromu yaşıyor insan. Trafik görece yoğun (burada ne kadar yoğun olabilirse işte). Yollarda çocuklar okullarına yürüyorlar, çünkü genelde evlerine en yakın okula gidiyorlar. Bana göre de dünyanın en mantıklı şeyi. Bizdeki gibi ortalık okul servisinden geçilmiyor değil. Sadece sarı okul otobüsleri (Schoolbus! başlığa gönderme yaparak) var öğrenci taşıyan, onların da dokunulmazlığı var adeta: Çocukları alıyor ya da bırakıyorken, neredeyse bütün trafik duruyor, amaç çocukların güvenliği. Çocuk olduklarını, bazen öngörülemez davranışlar içerisinde olabileceklerini akıllarında tutarak. Bu manzaraya artık alıştık.
Schoolbus ile gidemiyorsa çocuklar, o zaman toplu taşıma araçlarını (ki burada sadece otobüsler var o anlamda, dolmuş, minibüs, metrobüs, deniz otobüsü, şehir hatları vapuru yok yani! Trenler var ama onlar sadece şehirlerarası işliyor, tramvay ise burada görmedik.) kullanıyorlar. Benim oğlumu okula arabayla götürmemin iki sebebi var: 1. şu anda bir arkadaşımızın evinde kalıyoruz, okula arabayla 20 dakika; 2. oğlum özel bir programa (IB) devam ediyor ve bu programı veren bu bölgede sadece tek bir okul var, yani evimize en yakın okul olamadı o yüzden, bundan böyle o da otobüsle gidecek.
Eğitim sistemini ayrıca anlatacağım, ancak beni çok heyecanlandırdığını söylemeden geçemeyeceğim yine de.
Ama asıl bu sabah gördüğümüz manzarayı paylaşmak istiyorum: Okula gidiş ve okuldan çıkış saatlerinde yaya geçitlerinde ellerinde "Stop!" işaretleri, üzerlerinde florasan renkli yelekleri ve şapkaları ile görevliler çocukların  zaten doğal olarak, sessiz bir toplumsal mutabakat ve terbiye ile sağlanmış olan güvenliklerini daha da arttırma çabasıyla, çocukların güvenle karşıdan karşıya geçmelerini sağlıyorlar. Bu görevi üstlenenler, genellikle ileri yaşlarda kadınlar ve erkekler. Burada hayat 60'ında bitmiyor! Bunu daha sonra anlatacağım. Bu sabah gördüğümüz kadın, okul otobüsünün yaklaştığını görerek yaya geçidinin kenarında dans etmeye başladı! Evet, bildiğiniz dans! Bugün Pazartesi, bu iş de çekilir mi demediği belliydi. Mutluydu, elinde taşıdığı işaretle, işe yaradığını bilmekten. Çocukların okula döndüğünü görmekten. Otobüs şoförü (ki onların da çoğu kadın!) ışıklarda durmuş, yeşil yanmasını beklerken, gülümsüyordu karşısındaki manzaraya. Bu gördüklerimiz karşısında şaşkınlığımız sürerken, iki kavşak sonrasında, yolun kenarında okula gitmek için arkadaşlarını bekleyen genç bir delikanlının (lise öğrencisi) da dans ettiğini gördük ve anladık ki, okula gitmekten mutlu bir nesil var bu ülkede! Pazartesi bile olsa!

Saturday, 17 September 2011

Kitchener Pazarı



Bugün biraz uyumak istedik, o yüzden geç kalktık. Güzel bir kahvaltının ardından Kitchener Pazarına gitmek için yola koyulduk. Yolumuzun üzerindeki garage sales tabelalarının cazibesine kapılmamak mümkün olmadığından, onları geze geze gittik. Pazar şehrin ortasında bir binanın içerisinde kuruluyor. Taze meyve, sebze, çiçek zenginliği rengarenk güzelliği içerisinde göz alıyor. Ama eksik olan bir şeyler var, burada "soğana gel, soğana" diye bağıran pazarcılar yok. Bize biraz durgun gelmesi ondan sanırım :) Et ürünleri, peynirler, bal, akçaağaç şurubu, taze ekmekler satılıyor. Çok keyifliydi gazmesi. Menonitler burada da dikkati çekiyordu. Dünyadaki en büyük Menonit nüfusu Etiyopya'dan sonra burada yaşıyor. Onları daha sonra anlatacağım, ilginç insanlar.
Biraz üzüm aldık, çekirdeksiz, kocaman yeşil ve kırmızı üzümler, çok lezzetliler. Bir paket küçücük, soyulmuş havuç aldık, bir de yeşil soğan. Bugünlük pazar alışverişimiz bununla sınırlıydı. Ama çok keyifli bir başlangıç oldu haftasonuna.

Friday, 16 September 2011

Garage Sales - for my non-Turkish friends

Garage Sales are certainly on top of the list of our "best things to do for newcomers to Canada"! It is amazing what treasures you may find there. People of different socio-economic groups, different cultures are eagerly visiting garage sales on weekends, everybody for a different reason: Some of them just for curiosity, some of them in need of furnishing a new home for less. Some of them are looking for special items, most probably collectors. Bits and pieces, wonderful to look around, to see what people have gathered together in years. When they no longer need it, they just make it available to others who actually could need them, for small amounts of money, and sometimes, not seldom, for free. 
In our first garage sales experience, a family gave us 3 bags full of mugs, instead of 1 bag we had actually paid for. All of a sudden, we had 29 mugs! Almost enough to start our own garage sales!
Tomorrow is again a garage sales day, we are excited about new things waiting to be discovered. 
I actually should write a book about getting along on little money... "The Canada Manual" maybe :)

Garage Sales

Evet yine bir hafta sonu, yine garage sales zamanı! Burada en çok sevdiğimiz etkinliklerin başında sanırım garage sales geliyor. Geldiğimizden beri kimbilir kaç garage sales gezdik, hepsi ayrı bir hazine, hepsi ayrı bir keyif. Yarını sabırsızlıkla bekliyoruz, bakalım neler bulacağız bu defa. En çok kitaplara seviniyoruz, kitap deyince yine akan sular duruyor. Burada kendi evimiz olduğunda, ilk yapacağımız şey hiç kuşkusuz bir garage sales olacak. Hakkı Beye sözüm var, ona bir garage sales partisi düzenleyeceğim! Ne de olsa buranın kültürüne ayak uydurmak gerekiyor! İnsanların kullanmadıkları şeyleri bahçelerine çıkarıp, üç kuruş-beş kuruş demeden satmaları ve bundan keyif almaları çok güzel. Ekonomik düzeyi yüksek olan insanlar da geliyor, düşük olan insanlar da. Bazıları sırf meraktan, bizim gibi. Bazıları belli ki özel bir şey arıyor, kolleksiyoncu belki. Bazıları da ihtiyaçtan geliyor, yine bizim gibi, yeni bir hayat kurmak kolay değil. İlk gittiğimiz garage salesin birinde bir torba fincan aldık 1 dolara, iki torba daha vardı, ama ihtiyacımız yok diye almamıştık. Arabanın bagajına koyarken aldıklarımızı, arkamızdan evin sahibi yetişip, diğer iki torbayı da tutuşturdu elimize: Birden bire 29 fincanımız oluverdi, hepsi 1 dolara! Eve gelip dizdik hepsini, baktık ki istesek bizim de elimizde kendi garage salesimizi düzenleyecek kadar malzeme birikmiş bile :)
Sahi ben yakında bir kitap yazmaya başlayabilirim, az parayla çok iş yapmak üzerine. "Kanada El Kitabı" mesela...

The Working Centre Experience - 1

Bugünkü danışmanlık randevumuz burada iş bulmak konusunda halihazırda oldukça bilgili olduğumuzu göstermiş olsa da,  Prof. Kimmo Himberg'in çok sevdiğimiz şu sözlerine atıf yapmadan geçemeyeceğiz :" We are never good enough!" Ya da güzelim Türkçemizin nadide özdeyişlerinden birine de atıf yapabiliriz elbette: "Öğrenmenin yaşı yoktur." Tabii bu özdeyişi şöyle zenginleştirmek de mümkün: "Öğrenmenin ne yaşı, ne de sonu vardır!"
Özetle, bugünkü görüşme önümüzde yeni ufuklar açtı! Haftaya Cuma yine aynı saatte buluşmak üzere ayrıldık bugün The Working Centre'dan.

The Working Centre


Birazdan buradaki ilk "iş bulma danışmanlığı" hizmetinden faydalanacağım, "The Working Centre" danışmanlarından L. Hanım ile görüşeceğim. Randevumuzu 1 hafta öncesinden aldık. Oğlumla merkezin karşısında bulunan "Queen Street Commons Cafe"de oturup, beklerken,  ufak tefek, çıtı pıtı bir hanım yanımızdan geçerken birden durup döndü ve sordu "are you Turkish?", "Evet" dedik şaşkınlıkla. Fularımdan tanımış. Geçen sene Şirince'den aldığımız fuları takmıştım bugün, sevgilim almıştı onu bana. Birazdan görüşeceğimiz
danışmanımızmış meğer. Bakalım nasıl bir görüşme olacak. Daha önce hiç böyle iş aramamıştım, bakalım bana nasıl önerilerde bulunacak. Gerçekten merak ediyorum. Buranın özgeçmiş yazma sistemi bile farklı sanırım. Öğreneceğiz. Ve elbette, öğrendiklerimizi sizlerle paylaşacağız bloğumuzda. Ne de olsa bu blog bunun için var: KW havaları, her ne olursa olsun :)
Güzelmiş bu blog olayı, sevdim bunu da!

Thursday, 15 September 2011

Sincaplar ve Yaban Kazları

Burada sokak kedileri ve sokak köpekleri yok... onun yerine sokak yaban kazları ve sokak sincapları var... her yerden fırlayabiliyor sokak sincapları, sincap gibiler gerçekten, yani sonuçta sincaplar işte... ve renk renk sincaplar var, ben bu yaşıma kadar gördüğüm sincabın on katını gördüm şu iki haftada: Ben sincabı sadece boz bilirdim, ama grisi var, siyahı var, koyu kahverengisi var, açık kahverengisi var. Çok sevimliler!
Yaban kazları var bir de burada, sürüyle hem de... Geçen sabah gördüğümüz manzara müthişti: Sabah oğlumu okula bırakmak için yola çıktık, birden trafik durdu, genelde yayalar için herkes her an durabiliyor ama bu defa biraz uzun durduk, sonra birden fark ettik ki, trafiği durduran küçük bir yaban kazı sürüsü: Önde biraz daha irice, bir bacağı biraz aksayan, yürüyüşünden bilge yaban kazı olduğu belli bir kaz, arkasında 8-10 daha küçük yaban kazı... tıpkı Yunus'un sahnede Avrupa'da insanların karşıya geçişlerini anlattığı gibi: Öndeki kaz bir ileri gidiyor, sonra birden aklına bir şey geliyor ve durup, geri dönüyor, sonra yine devam etmeye karar veriyor, ama yarı yolda yine vazgeçiyor... nihayet kazlar yolun karşısına geçme eylemlerini tamamladılar ve trafik açıldı. O ana kadar ne bir korna sesi, ne arabasından inen kimse olmadı. Akşam dönerken baktık ki, aynı kaz sürüsü, bu defa yolun diğer tarafına geçmek için bekliyordu, sanki işe gitmişler de evlerine dönüyor gibi. Tüm bunlar şehrin ortasında olup bitti, kimse yadırgamadı, bizden başka sanırım. Şimdi her sabah aynı yerde görüyoruz onları, selamlıyoruz sessizce yanlarından geçerken.
Ben sevdim yaban kazlarını, sincapları da...

Mevsim Normalleri

Kanada'da ilk soğu gördük bugün, hazırlıksız yakalandık, belki de ondan ama çok üşüyoruz! Hava birden 8 dereceye düştü, güneşli, kuru bir soğuk. "Mevsim normallerini" bilemediğimizden, "altında" ya da "üstünde" şeklindeki yorumlarımızı daha sonra yapacağız:) Şimdilik ilk fırsatta kalın kazaklarımızı valizden çıkarmayı düşünüyoruz. Ayrıca İstanbul'un sıcaklığını yazan sevdiklerimizin yazdıklarıyla da içimizi ısıtmaya çalışacağız elbette! Herkese sevgiler Kitchener Kütüphanesinden!